GüncelMakaleler

ANALİZ | “Tırşikçi Kapitalizmin” Restorasyonuna Karşı BİRLEŞİK DEVRİMCİ MÜCADELEYİ ÖRGÜTLEYELİM!

Birleşik devrimci güçlerin sadece kendileriyle sınırlı bir çalışma örmekten ziyade, kendileri dışında iktidarın hedefindeki bütün devrimci demokratik muhalefet odaklarını da hedefleyen, onları da kapsayan bir devrimci pratik ortaya koymaları önemlidir.

Adıyamanlı tütün üreticisi köylülerin oldukça isabetli bir şekilde tanımladığı Türkiye’deki “tırşikçi kapitalizmin” restorasyonu için adımlar atılmaktadır. Son haftalarda başta HDP’nin kapatma davası olmak üzere demokratik devrimci muhalefet güçlerine yönelik artan fiili karşı devrimci saldırıların yanında burjuva feodal siyasette yaşanan sürekli gerilim, kutuplaşma, kavga ve sertleşmeyle birlikte; “devri sabık yaratmama” ve “helalleşme” gibi sözler bir ihtimal böyle bir hedeften hareketle dillendirilmektedir.

AKP-MHP faşist iktidarı resmen açıklamasa da seçim çalışmalarını başlatmış durumdadır. Bu gerçeği, iktidar ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bugünün muhalefeti başa gelirse “millet ayağa kalkar” diyerek “iç savaş tehdidi savurması”ndan ve AKP lideri R.T.Erdoğan’ın “İstikametini kaybetmiş, avara kasnak gibi dolaşanlara bu memleketi teslim edemeyiz” diyerek kendince uygun görmediği kimseye iktidarı bırakıp gitmeyeceğini ilan etmesinden de anlayabiliriz.

Burjuva muhalefeti de derinleşen ekonomik kriz ve pandemi koşullarının yaratığı yıkım nedeniyle iktidarın eriyen kitle desteğinden hareketle erken seçim çağrısı yapmakta ve yapılacak seçimde hükümet olmayı “çantada keklik” görmektedir. Büyük bir özgüvenle iktidar partilerine erken seçim çağrısı yapmaktadır.

Burjuva muhalefetin kitlelere “çözüm” önerisi ise en genel anlamıyla “Türk usulü başkanlık rejimi” yerine “güçlendirilmiş parlamenter sistem” vaadiyle eski rejimin restorasyonudur.

Burjuva muhalefetin AKP-MHP faşist iktidarına yönelik “çözüm” önerisi eskinin yeniden tesis edilmesidir. Halk kitlelerinin şu an içinde bulundukları duruma yönelik yoğun tepkisi, sistemin restorasyonu için kullanılmak istenmektedir. Deyim yerindeyse kitleler “ölümü gösterip sıtmaya razı edilmeye” çalışılmaktadır.

Burjuva muhalefetin halk kitlelerine “çözüm” olarak sunduğu eskinin yeniden tesisi, kitlelerin AKP-MHP iktidarından kurtuluşu olarak propaganda edilse de, seçimler yoluyla olası bir restorasyonun gerçekleşmesi, gerçekte Adıyaman köylüsünün oldukça isabetli bir şekilde kavramsallaştırdığı “tırşikçi kapitalizmin” yeniden üretilmesinden başka bir sonuç doğurmayacaktır.

Adıyaman köylüsünün yaşam koşullarından ve kendilerine dayatılan “yeni tütün yasası”ndan hareketle sloganlaştırdığı “tırşikçi kapitalizm” tanımlaması; Türkiye’nin sosyo ekonomik yapısı üzerinden şekillenen “özgün” bir kapitalizme işaret etmektedir. Elbette bu özgünlük Türk faşistlerinin iddia ettikleri gibi “biz bize benzeriz”ci kendine özgü (sui genesis) bir yaklaşıma işaret etmemektedir.

TC’de örneğin Hindistan, Filipinler gibi emperyalist sermayeye her yönüyle bağımlı bir kapitalizm üzerinden yükselmektedir. Bu anlamıyla TC kapitalizmi komprador karakterlidir. Emperyalist sermayeye bağımlıdır. Emperyalist sermaye yandaşıdır. Kısaca tırşikçidir.

“Yenikapı Ruhu”nun Çağrılması ve HDP’nin Hedefe Konması

Faşizmin kendi içinde önemli dönüm noktalarından birinin tarihi olan 15 Temmuz öncesi ve sonrasında hem iktidar hem de muhalefet çevresinden önemli mesajlar verildi.

15 Temmuz darbe girişimi olarak adlandırılan olayın mahiyeti halen tartışmalara konu olsa da, sonrasında R.T.Erdoğan’ın iktidarını tahkim ettiği bir sır değil. Darbe girişimi olarak adlandırılan girişim bizzat R.T.Erdoğan tarafından “Allah’ın bir lütfü olarak” tanımlandığı ise bilinmektedir. Kısaca R.T.Erdoğan 15 Temmuz’u kendi iktidarını sağlamlaştırmanın, KHK’larla ülkeyi yönetmenin ve “Türk usulü başkanlık sistemi” olarak adlandırdıkları sistemi inşa etmenin aracı olarak kullandı.

Mafya elebaşısı Sedat Peker’in 15 Temmuz öncesi ve sonrasında AKP’nin kendi tabanını silahlandırdığı ifşa ve itirafları, sürecin TC tarafından nasıl örgütlendiğine dair önemli bir veri sunmaktadır. S. Peker, 15 Temmuz 2016’dan sonra da devlet envanterinde kayıtlı bulunmayan bir kasa silahın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun koordinasyonunda, AKP Gençlik Kolları’na ait bir araçla taşınarak sivillere dağıtıldığını ileriye sürmektedir.

Kamuoyunda “kayıp silahlar” olarak tartışılan bu silahların kayıp olmadığı son derece açıktır. TC’de kayıp silah olmaz! Dahası bu silahların devlet envanterinde olmayacağı da açıktır.

Faşizm kendi paramiliter gücünü oluşturmak için Suriye iç savaşında cihatçılara verilmek üzere Libya’dan, Balkanlar’dan vb. getirtilen ancak dağıtılmayıp elde kalanlar silahları kendi tabanına dağıtmıştır. Zaten anlaşıldığı kadarıyla bir kontrgerilla aparatı olan S. Peker bu duruma itiraz etmektedir.

Daha doğrusu bir dönem örgütlenmesinde rol oynadığı silah dağıtımını şimdi ifşa etmektedir. İfşasının nedeni ise elbette kontrgerilla örgütlenmesinden saf dışı edilmesidir.

S. Peker’in “kayıp silahlar” ifşa ve itirafından sonra AKP’nin seçimle gitmeyeceği ya da seçimlerin gerçekleştirilmeyeceği yönlü tartışmalar yoğunlaşmış durumdadır. 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında yaşananlar bu tartışmaların zeminini oluşturmaktadır. Hatırlanırsa 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin barajı aşmasıyla AKP tek başına hükümet kurma imkanını kaybetmişti. Seçim sonuçlarını tanımayan AKP ve MHP, halka yönelik terör saldırıları örgütleyerek 1 Kasım seçimlerine gitmişlerdi.

Şimdiki durumda AKP-MHP iktidarının yaşadığı oy kaybı önümüzdeki seçimlerde çoğunluğu sağlayamamasını doğurduğundan yeni bir “7 Haziran-1 Kasım süreci” örgütlenmesi gündemdedir. Nitekim HDP İzmir il binasına yönelik saldırı ve Deniz Poyraz’ın katledilmesinin ardından HDP binalarına ve çalışanlarına yönelik saldırıların, gözaltı ve tutuklamaların yaşanması bu sürecin AKP-MHP iktidarı tarafından devreye sokulduğu anlamına gelmektedir.

AKP-MHP iktidarı elinde tutabilmek için başta HDP olmak üzere, ilerici, demokratik, devrimci ve komünist harekete yönelik yeni bir saldırı dalgası içindedir. Hedeflenen elbette yeni bir “Yenikapı Mutabakatı”dır!

15 Temmuz sürecinden sonra AKP-MHP iktidarı, bütün burjuva muhalefeti “beka sorunu” gerekçesiyle kendi iktidarının arkasında sıraya dizmişti. Şimdiki durumda da hedeflenen budur. Ne var ki faşizm içi dengeler, iktidar ve burjuva muhalefetinin oy oranları, oluşturulan ittifaklar her iki kliğinde tek başına iktidar olmasına yetmemektedir.

Bu noktada belirleyici ve kilit parti olarak HDP ortaya çıkmaktadır.

Bu objektif gerçeklik hem iktidar hem de muhalefet açısından HDP oylarına ihtiyaç duymalarına neden olmaktadır. İktidar HDP’yi kapatarak oylarına taliptir. Bunun boş bir hayal olduğu ortada olsa da R.T.Erdoğan’ın J. Biden görüşmesinden sonra gerçekleşen Amed ziyareti, bu boş hayalin arkasında burjuva muhalefet ise HDP ile yanyana görünmeyerek ama tıpkı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi HDP’nin desteğini hedeflemektedir.

Millet İttifakı’nın ana gücü olan CHP, Kürt oylarını alabilmek için “Doğu Masası” kurduğunu açıklamaktadır. Ne var ki faşizmin kurucu partisi olan CHP’nin kurduğunu ilan ettiği “Doğu Masası” (Umur-ı Şarkiyye Dairesi) Teşkilat’ı Mahsusa’nın diğer ismidir.

Dolayısıyla CHP’nin Kürt sorununa yönelik çözümü Teşkilat-ı Mahsusa çözümüdür!

Diğer bir ifadeyle CHP’nin Kürtlere vaadi, tedip ve tenkil politikasıdır. Çöktürme politikasının güncellenerek devam ettirilmesidir. Cumhur ve Millet İttifakı arasında yaşanan bu dalaş karşısında HDP ise “Demokrasi İttifakı” önerisini ileriye sürmektedir.

Her iki burjuva ittifak (Cumhur ve Millet İttifakı) madalyonun iki yüzünü temsil etmektedir. Türkiye’nin temel çelişkilerine yaklaşımları aynıdır. Emperyalizmin ve Türk hakim sınıflarının çıkarlarını savunmaktadırlar. Her iki burjuva ittifakın önerdiği “tırşikçi kapitalist” düzene karşı bir üçüncü yol olarak demokrasi önerilmektedir.

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın Antep konuşması, gerekse de Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel’in Amed konuşması gibi örnekler HDP’nin bu politikasında ısrarcı olduğunu göstermektedir.

Her iki burjuva ittifakın madalyonun iki yüzünü temsil etmesi onların önerdikleri “çözüm”ün gerçekte aynı olduğu anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla her iki ittifakın önerisini birinci yol olarak tanımlamak daha doğrudur.

HDP’nin demokrasi ittifakı ise ikinci yoldur. Ancak HDP demokrasi talebinde bulunup kendi ittifakını bu somut talep üzerinden örerken, “tırşikçi kapitalist” sistem var olduğu müddetçe bunun nihai olarak gerçekleşme şansı yoktur. Türkiye’de demokrasi bir devrim sorunudur.

“Tırşikçi kapitalist” sistem ve onun devleti temellerinden yıkılmadan demokratik bir sistemin kurulabilmesinin imkanı yoktur. Bu gerçeği ifade etmemiz, HDP’nin önemini azaltmaz.

HDP ülkemizde başlıca çelişmeler içinde yer alan Kürt ulusal sorununu esas almakla birlikte Türkiye’nin diğer çelişkilerine de kayıtsız kalmamaktadır. İşçi sınıfının mücadelesinden, kadın ve LGBTİ+ mücadelesine, çevre mücadelesinden, Alevi inancı başta olmak üzere ezilen inançların mücadelesine kadar bir dizi alanda yürütülen mücadelelere karşı duyarsız kalmamakta, programı etrafında mücadelesini sürdürmektedir.

Elbette HDP devrimci bir parti değildir. Böyle bir iddiası ve hedefi yoktur. Durum buyken özelikle devrimci hareket saflarında HDP’ye doğru olmayan bir misyon biçilmektedir. Bu hatalı değerlendirme ve beklenti beraberinde HDP’ye yönelik yersiz ve haksız eleştirilerin gündeme getirilmesine neden olmaktadır.

HDP demokratik ilerici bir partidir.

Ve bu haliyle faşizm tarafından kabullenilememektedir. Çünkü dokunduğu ve üzerinde siyaset yaptığı çelişkilerin çözümü devrimle mümkündür. Örneğin Kürt ulusu üzerinde uygulanan ulusal baskı ve yok sayma politikalarına karşı ürettiği her politika, önerdiği her “çözüm” önerisi aslında doğrudan rejimin temellerine yöneliktir.

HDP bu anlamıyla “tırşikçi kapitalist” sistemi değişime zorlamakta, faşizmin yüzündeki “demokrasi” maskesini düşürmektedir. Bu haliyle Türkiye koşullarında devrime hizmet eden reformist talepler ileriye sürmektedir. Reformları devrime tabi kılma politikası HDP’nin değil, devrimci komünistlerin politikasıdır.

Dolayısıyla HDP’den bir devrim beklemek yerine, onu devrimci mücadelenin bir aracı olarak ele almak birleşik devrimci güçlerin görevidir.

Birleşik Devrimci Mücadele İle Örgütlenmek!

İçinden geçtiğimiz süreç Türkiye’de faşizmin sıkıştığı, S. Peker’in ifşa ve itiraflarında da görüleceği üzere kontrgerilla içinde de kapışma ve dalaşın ayyuka çıktığı bir sürece karşılık gelmektedir.

Varolan ekonomik kriz, pandemi nedeniyle daha da derinleşmiş durumdadır. Açlık, yoksulluk ve işsizlik hissedilir derecede artmış durumdadır. Kitlelerin önemli bir kesimi, AKP-MHP iktidarına karşı tepki içerisindedir, öfke birikmektedir.

Faşizm bu gerçeğin farkındadır. Bu nedenle bir yandan gerçeklikten kopuk propagandalara başvururken, diğer yandan ise kendisine biat etmeyen her kesim ve çevreye yönelik saldırganlık içindedir. Bu saldırıda yargı ve kolluk güçlerinin yanında kontrgerilla elemanları da devreye sokulmuş durumdadır. Bu somut durum devrimci harekete, özellikle de birleşik devrimci harekete önemli bir görev yüklemektedir.

Birleşik devrimci mücadeleyi örgütlemek her zamankinden daha günceldir.

Faşizm ne kadar güçlü görünürse görünsün, kimi direnişler karşısında geri adım atmak zorunda kalmıştır. Bunlardan biri Tozkopan Mahallesi halkının direnişidir. Her ne kadar sorun tam anlamıyla çözüme kavuşmamış olsa da, gösterilen direniş karşısında halk lehine bir yargı kararı alınmak zorunda kalınmıştır.

Yine Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım rektör olarak atanan Melih Bulu’nun tıpkı atandığı gibi bir gece yarısı kararnamesiyle görevden alınması da direnenlerin bir kez daha kazanacağını göstermiş durumdadır. Bu durum aynı zamanda direniş karşısında R.T.Erdoğan’ın yenilgisine de işaret etmektedir. Elbette Boğaziçi’ne kayyum atama siyaseti devam etmektedir. Bu anlamıyla kalıcı bir mevzi yoktur.

Ancak R.T.Erdoğan’ın direniş karşısında hamle yapmak zorunda kalması, onun iktidarının kırılganlığına da işaret etmektedir. Bu gerçekliğin görülmesi, kitle hareketi açısından önemli bir moral motivasyondur.

İçinden geçtiğimiz süreç ve anın koşulları birleşik devrimci güçlerin önemini ve gerekliliğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Dikkat edilirse birleşik güçlerin ilanı ve sonrasında faşizmin dikkatini çekmiş ve saldırılarına muhatap olmuştu. Birleşik güçlerin ilanı ve sonrasında yapılan çalışmalarda belli bir enerjinin açığa çıktığı ortadadır.

Şimdi bu enerjiyi, anın somut koşullarından hareketle, faşizmin içinde bulunduğu sıkışmışlık halini gözeten ve halkın iktidara yönelik tepki ve öfkesini dikkate alan bir çalışmayla ele alıp daha da güçlendirmek gerekmektedir.

Birleşik devrimci güçlerin sadece kendileriyle sınırlı bir çalışma örmekten ziyade, kendileri dışında iktidarın hedefindeki bütün devrimci demokratik muhalefet odaklarını da hedefleyen, onları da kapsayan bir devrimci pratik ortaya koymaları önemlidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu